OKUYAN YAZISINDA İSRAİL VE ABD’NİN İRAN’A DÖNÜK SALDIRGANLIĞINI KOMÜNİSTLERİN NASIL ELE ALMASI GEREKTİĞİ SORUSUNU YANITLIYOR VE “BU TÜRDEN ZORLU BAŞLIKLARDA, TUTARLI, İKNA EDİCİ VE DEVRİMCİ POLİTİKALAR İÇİN BUGÜNDEN NE YAPTIĞINIZ ÖNEMLİDİR.” HATIRLATMASI YAPIYOR
OKUYAN YAZISINDA İSRAİL VE ABD’NİN İRAN’A DÖNÜK SALDIRGANLIĞINI KOMÜNİSTLERİN NASIL ELE ALMASI GEREKTİĞİ SORUSUNU YANITLIYOR
İran, Filistin ve ne yapmalı?
İslamcıların büyük bir bölümü İran’la uğraşmaya devam ediyor. Kimilerine göre İran boyundan büyük işlere kalkışıyor, bu nedenle İsrail’in elini güçlendiriyor. Daha ötesini söyleyenler de var. İran’ın ABD ve İsrail ile gizli bir işbirliği yaparak İslam dünyasına karşı komplo kurduğunu ileri sürüyorlar.
Türkiye’de laik duyarlılığı olan kesimlerin İran’a dönük yaklaşım ve değerlendirmelerinde ise şaşırtıcı bir yan yok. Asıl siyasal ve toplumsal alanın dinsel referanslarla şekillendirildiği bir ülkeye seküler kesimlerin sıcak bakması tuhaf olurdu.
Gerçi ABD karşısındaki tutumu nedeniyle İran’daki rejimin yarattığı karanlığın görmezden gelinmesi gerektiğini düşününler arasında hatırı sayılır sayıda aydınlanmacı aydın ve siyasetçi de var. Onlar için ABD karşısındaki konumlanış yalnızca en önemli parametre değil, gerçekliğin diğer kısmını tamamen devre dışı bırakan bir üst belirleyen. Rusya ve Çin için de böyle düşünüyorlar.
Ancak yine de bu sıralar Türkiye’deki hava, tüm İsrail saldırganlığına karşın, İran aleyhine… Yandaş ve “muhalif” medyanın önemli bir bölümü İran’ı şu ya da bu şekilde itibarsızlaştırma peşinde.
“Kolpa devlet, kağıttan kaplan” gibi ifadeler AKP medyasına ait…
Belli ki, iktidar, İran’la rekabet açısından oldukça çetin bir döneme girilmekte olduğunu biliyor ve kendi tabanını her zaman etkileyebilecek bir İslamcı rakibi uzak tutmak istiyor. Yani konunun Türkiye’deki İslamcı toplumsal kesimlerin kontrolü boyutu var.
Bu kadarla sınırlı değil elbette.
Türkiye dengelerin sürekli değiştiği bir bölgede İran ile yalnızca ülkeler değil, siyasi hareketler bağlamında da rekabete girmiş durumda. Hamas’ın İran’a kaptırılmasından geçen yazımda söz etmiştim. Hamas en önemlilerinden ama bölgede çok sayıda silahlı grup sırtını sağlama alacak devlet arayışı içinde. Bunları İran’a bırakmak istemeyen Ankara, her fırsatta İran’ın “güvenilemeyecek kadar zayıf” olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Reisi’nin öldüğü helikopter kazasından sonra arama çalışmalarına katılan İHA’ların performansının daha ilk günden abartılı bir biçimde gündem edilmesi ve Akıncılarla gökyüzünde ay-yıldız çizilmesi İran’ın içini de karıştıran tuhaf bir hamle olurken, aynı zamanda İran himayesindeki bütün unsurlara “gördünüz mü haminizin acizliğini” mesajı verildi.
Ve bu ne kadar az yadırgandı ülkemizde?
Bir komşu ülkenin Cumhurbaşkanı ölüyor, üstelik yas ilan ediyorsun ama henüz daha cenaze kalkmamışken “sen liderini taşıyan helikopterin enkazını bile bulamıyorsun, ben buluyorum” diye propagandaya girişiyorsun!
Söylediğimiz gibi, AKP’nin İsrail ile olan geriliminden daha önemsiz değil İran’la olan rekabet.
Peki İran’ı nereye yerleştireceğiz?
İran yalnızca dinsel kurallarla yönetilen ve halkın temel özgürlüklerinin kısıtlandığı bir ülke olduğu için değil aynı zamanda derin eşitsizlik ve sömürü nedeniyle de benimsenebilecek bir ülke değil. Öte yandan ABD’nin ve genel olarak batılı emperyalist ülkelerin İran’a dönük saldırganlığını İran’daki toplumsal düzen gerekçesiyle mazur görmek ya da iki sömürücü güç arasındaki çatışmaya indirgemek büyük hata olur.
Değerlendirilmesi ve sağlıklı devrimci tutum geliştirilmesi zor başlıklardır bunlar.
İran’da dinsellikle sarmalanmış kapitalist düzene karşı mücadele her durumda meşru ve öncelikli bir görevdir. Bu görevle uluslararası gerçeklik arasında bir gerilim ortaya çıkabilir ve genellikle çıkar. Bu noktada formüller, şablonlar geçersiz hale gelir. Her somut durumda o ülkenin devrimcilerinin bu karmaşayı devrimci bir biçimde çözme yaratıcılığını göstermeleri gerekir.
İran’daki rejimin ABD ve İsrail tehdidini içerideki baskıları meşrulaştırmak ve sömürü ilişkisini gizlemek için değerlendirdiği çok açık. Ve dünyada bunu yapan bir tek Mollalar iktidarı değil. “Susun oturun, sesinizi çıkarmayın, dış düşmanla boğuşuyorum” yabana atılır bir argüman değil. Bu argüman ancak sistematik ve akılcı bir siyasal mücadele ile boşa çıkarılabilir.
İran’da ne yazık ki, ABD emperyalizminin saldırıları karşısında yurtsever, dinci iktidar karşısında aydınlanmacı, kapitalist sömürü karşısında toplumcu bir toplumsal irade yıllar içinde yeterince güçlenemedi. Bugün bir değerlendirme yaparken bu yokluğu da veri almak durumundayız.
Dünyanın bütün ezilenlerinin tarihsel çıkarları açısından her örneğin titizlikle değerlendirilmesi ve ona göre politikalar geliştirilmesi zorunlu.
Bugün sözünü ettiğim ilkeler doğrultusunda hareket eden bir toplumsal-siyasi güç İran’da kendini hissettirse emin olun, İsrail ve ABD İran politikalarını gözden geçirir. Ha, ilk önce bu gücü manipüle etmeye, kendi çıkarları için kullanmaya, satın almaya çalışırlar ama bir noktadan sonra, başlarına daha büyük bir bela alacaklarını düşünerek İran üzerindeki baskıyı hafifletirler.
ugün bizim soracağımız soru şudur: İsrail ve ABD’nin İran’a dönük saldırganlığını “devrimci keskinlik” içeren bir “eşit mesafe” ile değerlendirip “kahrolsun mollalar diktatörlüğü, kahrolsun siyonizm, kahrolsun ABD emperyalizmi” basitliği ile mi karşılayacağız?
Aynı soru İsrail ile Lübnan arasındaki gerilim için de geçerli. Yarın İsrail Lübnan’ı işgal etmeye kalktığında, “Lübnan’da da berbat bir toplumsal düzen var” diyerek “tarafsız” bir tutum mu alacağız?
Bu sorulara sağlıklı yanıt vermek için, verili güç dengeleri içinde, hangi sonucun devrimciler için daha iyi sonuç vereceğini de hesaba katmak durumundayız.
İsrail ve ABD ile saf tutmak zaten gündem dışı. Lübnan ya da İran’daki komünistlerin, devrimcilerin mevcut iktidarların eklentisi durumuna düşmesini engelleyecek bağımsız bir tutum alma zorunluluğu ile uluslararası dinamiklerin ortaya çıkardığı gerçekliği aynı anda değerlendirerek politika geliştirmek zorunludur.
Lübnan, İran ya da Suriye’yi İsrail ya da ABD ile eşitlemenin, Birinci Dünya Savaşı’nda iki emperyalist blok arasında tercih yapmayarak, savaşa katılan bütün emperyalist ülkelerde “burjuva hükümetlerin devrilmesi için mücadele”ye çağıran Lenin’in çağı değiştiren devrimci politikalarının izinden gitmek anlamına geleceğini düşünmek çocukluk olur.
Buradan bir karikatür çıkar.
Zorlu meselelerdir bunlar.
Bunun koşulları neredeyse yok ama diyelim ki AKP hükümeti “ben Filistinlilerin katline daha fazla göz yumamam, insanlık adına müdahale edeceğim” gerekçesiyle Türkiye’yi İsrail’le bir sıcak çatışmanın eşiğine getirdi. Ne yapmak gerekir?
“Savaşa her durumda karşı olmak”, öncesinde başka bazı başlıklar ihmal edilmişse eğer, böyle bir an gelip çattığında, anlamsız ve etkisiz bir tutum olur, kimse ciddiye almaz.
İşte bu türden zorlu başlıklarda, tutarlı, ikna edici ve devrimci politikalar için bugünden ne yaptığınız önemlidir.
Türkiye bir NATO ülkesidir. Türkiye’nin NATO’dan çıkması için üzerinize düşeni yapmanız gerekir. Bununla bağlantılı olarak ABD ve diğer emperyalist ülkelerin Türkiye’deki varlığı, etkisi ve bağlantılarını karşınıza almanız…
İsrail ile ilişkilerdeki pragmatizm her daim sorgulanmalı, teşhir edilmelidir. İsrail Devleti’nin Türkiye’deki ağırlığının kırılması için uğraşılmalıdır.
Türkiye’deki tekelci düzenin dış politikayı da belirlediği emekçi halka iyi anlatılmalı, “sınır ötesinde hepimiz biriz” saçmalığına karşı durulmalıdır. Türkiye’nin ulusal güvenliği diye yutturulan açılımların tamamen büyük sermayenin güvenliğine denk düştüğü ısrarla vurgulanmalıdır. Sermaye egemenliğine karşı mücadele hiçbir durumda zayıflamamalıdır.
Filistin direnişinde ya da genel olarak Ortadoğu’da ABD ve İsrail saldırganlığına karşı İslamcı hareketlerin öne çıkmasının seküler hareketlerin giderek emperyalist ülkelerle ve sermaye ile mücadeleyi terk etmelerinden kaynaklandığının bilincinde olarak İslamcı renkler taşıyan direnişi yargılamak yerine o direnişe güç verip, devrimci unsurların yeniden öne çıkmasına yardımcı olunmalıdır.
Bunlar yapılmazsa, günü geldiğinde karmaşık bir problemin karşısında afallanıp kalınır.
Bunlar yapılırsa ve toplumsal bir etki yaratırsa savaş engellenir, engellenemezse de devrimci müdahaleler için bir zemin yaratılır.
Ülkemizin, bölgemizin, insanlığın afallayıp kalmayan, saçmalamayan, ilkeli ve yaratıcı devrimcilere gereksinimi var.
Yorum yapın